
Kafkasya coğrafyası, tarih boyunca pek çok devletin mücadele alanı, etnik ve siyasi çatışmaların merkezi olmuştur. Bölgenin coğrafi konumu, hem Avrupa hem de Asya arasında bir köprü niteliği taşıması nedeniyle stratejik önemini her dönemde korumuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bölgede yer alan ve bağımsızlıklarını kazanan devletler, bir yandan ulusal kimliklerini inşa etmeye çalışırken diğer yandan istikrarlı bir düzen kurmakta zorlanmışlardır. Bu süreçte özellikle etnik çeşitlilik, sınır anlaşmazlıkları ve ekonomik bağımlılık, yeni kurulan devletlerin en büyük kırılganlıkları olmuştur. Bu dönemin en çetin sınavı ise Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Karabağ sorunu olmuştur. Karabağ meselesi, sadece iki ülke arasındaki bir çatışma olmanın ötesine geçen, hem tarihsel hem de jeopolitik boyutları olan bir ihtilaftır. Bölge üzerinde söz sahibi olmak isteyen küresel aktörler, bu sorunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmış, böylece çatışma yerel olmaktan çıkıp uluslararası bir mesele haline gelmiştir. Son dönemde ABD’de Donald Trump önderliğinde atılan barış adımları ve Zengezur koridoru etrafında şekillenen yeni düzen, yalnızca Kafkasya’nın değil aynı zamanda Avrasya jeopolitiğinin geleceğini yeniden şekillendirme potansiyeline sahiptir.
Azerbaycan açısından barış anlaşması, uzun yıllardır sürdürdüğü dış politika hedeflerinin önemli bir parçasıdır. Karabağ savaşlarından askeri zaferle çıkan Bakü, yalnızca toprak bütünlüğünü sağlamakla kalmamış, aynı zamanda uluslararası alanda daha güçlü bir pozisyon elde etmiştir. Ancak bu kazanımların kalıcı hale gelmesi için diplomasiyle desteklenmesi şarttır. Zengezur koridoru bu noktada kritik bir rol oynamaktadır. Azerbaycan için bu koridor, yalnızca Nahçıvan üzerinden Türkiye’ye açılan bir kapı değil, aynı zamanda Asya ve Avrupa’yı bağlayan stratejik bir ticaret hattıdır. Hem bölgesel ulaşım ağlarını çeşitlendiren hem de küresel ticaret yollarına entegre olma fırsatı sunan bu adım, Azerbaycan’ın enerji dışı alanlarda da stratejik bir merkez haline gelmesine imkân tanıyabilir. Ülkenin yıllardır enerji ihracatına dayalı ekonomisi, bu tür yeni güzergâhlarla çeşitlenebilir ve Azerbaycan transit bir ticaret ülkesi olma yolunda önemli ilerlemeler kaydedebilir. Bununla birlikte Bakü yönetimi, askeri üstünlüğün diplomasiyle pekiştirilmemesi halinde kazanımların kırılgan kalabileceğini bilmektedir. Bu nedenle ekonomik açılımlar, uluslararası yatırım çekme çabaları ve bölgesel işbirliği mekanizmaları barış sürecinin ayrılmaz parçalarıdır.
Ermenistan için barış, çok daha karmaşık bir tabloyu beraberinde getirmektedir. Uzun süredir izolasyon, kapalı sınırlar ve ekonomik kısıtlılıklarla karşı karşıya olan Erivan yönetimi, barış anlaşmasını toplumun bir kesimi için acı bir taviz olarak sunmak zorunda kalmıştır. Karabağ’da yaşanan toprak kayıpları, Ermeni toplumunun hafızasında derin bir travma yaratmış ve hükümete yönelik güvensizliği artırmıştır. Ancak diğer yandan, sınırların açılması ve yeni ulaşım hatlarının işlerlik kazanması, Ermenistan’ın dışa açılımı ve ekonomik toparlanması açısından tarihi fırsatlar yaratmaktadır. Uzun yıllardır komşularıyla doğrudan ticaret yapamayan, yalnızca Gürcistan ve İran üzerinden dış dünyaya bağlanan Ermenistan için Zengezur koridoru, yeni ekonomik ufuklar anlamına gelmektedir. Bu noktada en büyük soru işareti, iç siyasetteki istikrarın korunup korunamayacağıdır. Eğer toplumsal uzlaşı sağlanabilir ve barış anlaşması geniş kesimler tarafından kabul edilebilirse Ermenistan, yıllardır kapalı kalan kapılarını bölgesel işbirliğine açabilir. Aksi halde iç muhalefetin baskısı, barış sürecini kırılgan bir zeminde bırakabilir. Bu nedenle Erivan yönetiminin önümüzdeki dönemde hem ekonomik reformlara hem de toplumsal güveni artıracak adımlara odaklanması beklenmektedir.
Türkiye’nin rolü, barışın en kritik boyutlarından biri olarak öne çıkmaktadır. Zengezur koridoru sayesinde Azerbaycan ile doğrudan kara bağlantısına sahip olma ihtimali, Ankara’nın uzun süredir gündeminde olan stratejik hedeflerden birini gerçeğe dönüştürebilir. Bu bağlantı, yalnızca Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini derinleştirmekle kalmayıp, Orta Asya’ya uzanan bir ticaret ve enerji hattı kurma fırsatını da taşımaktadır. Aynı zamanda Batı’nın İran’a alternatif güzergâh arayışları, Türkiye’nin elini daha da güçlendirmektedir. Ankara, bu sayede hem enerji güvenliğinde hem de lojistik sektöründe stratejik bir merkez olma iddiasını pekiştirebilir. Bunun yanı sıra Türkiye, bu süreçte yalnızca bir ulaştırma ülkesi değil, aynı zamanda bölgesel barışın ve istikrarın garantörü rolünü üstlenmek istemektedir. NATO üyesi olması sebebiyle Batı dünyasıyla bağlarını güçlendiren Türkiye, aynı zamanda Türk dünyasıyla entegrasyonu da derinleştirmeyi hedeflemektedir. Böylece Ankara, hem ekonomik açıdan hem de bölgesel diplomasi alanında daha etkin bir aktör konumuna yükselebilir.
Bölgedeki gelişmeler, aynı zamanda Rusya, ABD ve İran’ın konumlarını da yeniden tanımlamaktadır. Moskova, uzun yıllar boyunca Güney Kafkasya’da güvenlik denkleminde merkezi bir rol üstlenmiş, hem Azerbaycan hem de Ermenistan üzerinde nüfuz kurabilmiştir. Ancak Ukrayna savaşıyla birlikte Rusya’nın bölgedeki etkinliği ciddi biçimde zayıflamış, Moskova artık daha çok gözlemci bir pozisyona itilmiştir. Yine de askeri varlığı ve enerji hatları üzerindeki etkisi sayesinde tamamen devre dışı kaldığını söylemek doğru olmaz. ABD ise daha çok stratejik çıkarları üzerinden hareket ederek, enerji güvenliğini sağlamak ve Rusya ile İran’ın etkisini sınırlamak istemektedir. Washington için Kafkasya; Karadeniz ve Orta Doğu politikalarıyla bağlantılı bir jeopolitik alan niteliği taşımaktadır. Bu nedenle ABD’nin bölgedeki varlığı dolaylı olsa da diplomatik açıdan önemlidir. İran açısından ise Zengezur koridoru ciddi bir risk barındırmaktadır. Çünkü bugüne kadar Azerbaycan ile Türkiye arasındaki kara bağlantısının olmaması, Tahran’a önemli bir transit avantaj sağlamıştı. İmzalanan barış anlaşmasıyla yeni güzergâhların açılması bu avantajı dezavantaja dönüştürmüş ve İran’ın bölgesel konumunu zayıflatmıştır. Bu durum, İran’ın hem ekonomik çıkarlarını hem de güvenlik kaygılarını doğrudan etkilemektedir.
Bütün bu tablo, Kafkasya’nın küresel siyasette neden hâlâ kritik bir öneme sahip olduğunu bir kez daha göstermektedir. Küçük gibi görünen sınır düzenlemeleri ya da ulaşım projeleri, aslında çok daha geniş ölçekli jeopolitik hesapların parçası haline gelmektedir. Azerbaycan-Ermenistan barışı ve Zengezur koridoru, bu anlamda yalnızca iki ülke arasında bir uzlaşma değil, aynı zamanda bölgesel güç dengelerini yeniden şekillendiren bir gelişme olarak görülmelidir. Türkiye’nin artan etkisi, Rusya’nın zayıflayan konumu, ABD’nin stratejik çıkarları ve İran’ın kaygıları, bu yeni düzenin temel parametrelerini oluşturmaktadır.
Sonuç olarak, Güney Kafkasya’da yeni bir dönemin kapıları aralanmaktadır. Azerbaycan’ın diplomatik kazanımlarını ekonomik kalkınmaya dönüştürmesi, Ermenistan’ın iç istikrarını koruyarak dışa açılması, Türkiye’nin stratejik hedeflerini bu süreçle bütünleştirmesi barışın sürdürülebilirliği açısından hayati önemdedir. Rusya, ABD ve İran’ın tavırları ise bu sürecin geleceğini belirleyecek ek faktörler olmaya devam edecektir. Kalıcı bir barış ve işbirliği ortamı, ancak bu çıkarların dengelenebilmesi halinde mümkün olabilir. Aksi halde Kafkasya, tarih boyunca olduğu gibi yeniden rekabet ve çatışmaların merkezi haline gelebilir. Dolayısıyla barış anlaşmasının geleceği, yalnızca imzalanan metinlere değil, tarafların uzun vadeli vizyonuna ve bölgesel aktörlerin işbirliği iradesine bağlı olacaktır.
