
Estonya, Letonya ve Litvanya, kısaca Baltık ülkeleri, tarih boyunca büyük güçler arasında kalmış, bu yüzden de hem siyasi hem askeri olarak kırılgan bir konumda olmuşlardır. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliği’nin kontrolüne girmeleri, bu ülkelerin bağımsızlıklarını uzun süre kaybetmelerine neden olmuştur. Ancak 1990’ların başında Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte bağımsızlıklarını yeniden kazanmışlardır. Bu süreç, Baltık topraklarına sadece siyasi değil, aynı zamanda kimliksel ve yönelimsel bir değişimi de beraberinde getirmiştir.
Bu değişim, Baltık ülkelerini; bağımsızlıklarını yeniden kazandıktan sonra hızla Batı kurumlarına entegre olmaya itmiştir. Bu tercihin temelinde, Sovyet geçmişinin baskıcı mirası ve Rusya’dan gelebilecek yeni tehditlere karşı duyulan kaygı bulunmaktadır. Bu nedenle, sadece ekonomik değil, özellikle güvenlik alanında Batı ile daha yakın ilişkiler kurmak öncelikli hedef haline gelmiştir. Avrupa Birliği ile ilişkiler bu kapsamda önemli görülse de, asıl güvenlik garantisinin NATO üyeliğiyle sağlanacağı düşüncesi ağır basmıştır.
2004 yılında NATO’ya tam üye olan Baltık ülkeleri, bu adımla birlikte kolektif savunma ilkesinin koruması altına girmiştir. NATO’nun 5. maddesi uyarınca bir üye ülkeye yapılan saldırı, tüm ittifaka yapılmış sayılmakta ve bu durum özellikle küçük ülkeler için büyük bir caydırıcılık sunmaktadır. Ancak bu caydırıcılık, bölgesel güç olan Rusya açısından stratejik bir tehdit olarak algılanmıştır. NATO’nun doğuya doğru genişlemesini Rusya, kendi etki alanına yönelik bir müdahale olarak değerlendirmiştir. Bu durum, ilerleyen yıllarda iki taraf arasında güvenlik temelli gerilimlerin artmasına neden olmuştur.
Baltık üçgeninin NATO’ya dahil oluşu bu ülkeleri bir nebze rahatlatsa da 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ve 2022’de Ukrayna’ya karşı geniş çaplı bir işgal başlatması, bu ülkelerin güvenlik kaygılarını tekrar artırmıştır. Bu gelişmeler, Rusya’nın sadece diplomatik ya da söylemsel düzeyde değil, doğrudan askeri müdahale kapasitesiyle hareket edebildiğini göstermiştir. Bu bağlamda Baltık ülkeleri, savunma stratejilerini yeniden yapılandırmaya başlamış; ordularını modernize ederek NATO ile ortak tatbikatlara ağırlık vermişlerdir.
Bu önlemler yalnızca askeri alanla sınırlı kalmamaktadır; aynı zamanda toplumun genelinde güçlü bir güvenlik bilinci oluşturulması hedeflenmektedir. Kamu kurumlarında, okullarda ve yerel yönetimlerde kriz anlarına hazırlık amacıyla çeşitli uygulamalara yer verilmektedir. Eğitim kurumlarında düzenli olarak acil tahliye tatbikatları yapılmakta, halk ise bilgilendirme kampanyalarıyla olası bir saldırı durumuna karşı bilinçlendirilmektedir. Bu yaklaşım, güvenliğin artık yalnızca devletin sorumluluğunda değil, toplumun bütün kesimlerinin ortak çabasıyla sağlanması gereken bir mesele olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır. Aynı zamanda bu çabalar, psikolojik ve sembolik açıdan da önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle Sovyet dönemini yaşamış kuşakların hafızasında yer eden travmatik deneyimler, bugünkü güvenlik politikalarının toplumsal kabulünü kolaylaştırmakta; geçmişte yaşanan kayıplar, “hazırlıklı olma” düşüncesini meşrulaştırmaktadır. Genç nesiller ise hem bu kolektif hafızanın mirasını devralmakta hem de güncel tehditlerle şekillenen bir bilinçle büyümektedir. Böylece savunma politikaları, yalnızca bir devlet işinden ibaret olmaktan çıkmakta; günlük yaşamın doğal, hatta gerekli bir parçası haline gelmektedir.
Bu bağlamda, sadece iç politikada değil, dış politikada da dikkat çekici bir dönüşüm yaşanmaktadır. Baltık ülkeleri, yalnızca kendilerini korumaya odaklanan pasif bir strateji yerine, NATO ve Avrupa Birliği içinde daha aktif ve işbirliğine açık bir güvenlik politikası izlemektedir. Çok taraflı savunma projelerine katılım, NATO’nun doğu kanadındaki askeri varlığın artırılmasına destek verme ve Avrupa enerji güvenliği gibi alanlarda inisiyatif alma eğilimi güçlenmiştir. Bu durum da bu ülkeleri sadece “korunması gereken” aktörler olmaktan çıkarıp, bölgesel güvenlik politikalarına katkıda bulunan devletler konumuna yükselmelerini sağlamıştır.
Baltık üçgeninin verdiği bu çabalar, zaman zaman Rusya tarafından dolaylı olarak hedef alınmaktadır. Üst düzey Rus yetkililer tarafından yapılan bazı beyanlarda, Baltık ülkelerinin NATO ile olan ilişkileri “Batı provokasyonu” olarak tanımlanmakta ve bu ülkelerin güvenlik önlemleri, Moskova’nın bölgesel istikrarını tehdit edebilecek unsur olarak görüldüğünden Rusya’nın Ukrayna’dan sonraki hedefinin Polonya ve Baltık ülkeleri olabileceği öne sürülmektedir. Bu tür söylemler mücadelenin yalnız askeri olarak değil, aynı zaman da bilgi güvenliği, dezenformasyonla mücadele ve medya okuryazarlığı gibi alanlarda da gerçekleşeceğini kanıtlar niteliktedir.
Baltık ülkelerinin güvenlik politikaları değerlendirilirken, jeopolitik konumlarının taşıdığı stratejik önem dikkate alınmalıdır. Bu ülkeler hem Avrupa’nın doğu sınırında yer alırken hem de Rusya ile doğrudan sınır komşusu olarak iki büyük siyasi bloğun kesişim noktasında yer almaktadırlar. Bu çift yönlü konum, onları yalnızca bölgesel değil, aynı zamanda küresel güvenlik dengeleri içinde de önemli aktörler haline getirmektedir. Bu bağlamda, Baltık ülkelerinin aldığı her güvenlik önlemi, yalnızca kendi ulusal çıkarlarını değil, Avrupa’nın bütününe dair güvenlik mimarisini de etkilemektedir.
Bugün Baltık ülkeleri, sınırlı kaynakları, nüfusları ve jeopolitik konumlarına rağmen güvenlik alanında dirençli ve kararlı aktörlerdir. Askeri kapasiteleri sınırlı olsa da, toplumsal dayanışma, tarihsel bilinç ve uluslararası iş birliklerine verdikleri önem sayesinde çok katmanlı tehditlere karşı hazırlıklıdırlar. Özellikle hibrit saldırılar, siber tehditler ve dezenformasyon gibi güncel riskler karşısında, bu ülkelerin geliştirdiği savunma stratejileri, sadece kendi güvenliklerini değil, NATO ve Avrupa Birliği gibi yapıların kolektif savunma anlayışını da güçlendirmektedir. Önümüzdeki süreçte Rusya ile yaşanabilecek olası gerilimlerin devam etmesi durumunda, Baltık ülkeleri Avrupa’nın doğu sınırında caydırıcılığın sürdürülebilirliği açısından kilit bir rol oynamaya devam edecektir.
